top of page

basında biz

Mustafa Plevne anlatıyor:
Türk Mobilyacılığının
Gelişmesinde Aşılan Engeller
Güngör Uras:
Olayların İçinden           
Metal Mobilya
"Su Borusu ve Somyadan Ofis Mobilyacılığına" 
Mustafa Plevne* anlatıyor:
basin_aek.png

Ataşehir Ev Kültür dergisinin bu sayısında, “Ustalarımız” bölümünde, danışma kurulu üyemiz, özellikle metalden mobilya tasarımının ve üretiminin öncülerinden olan Sayın Mustafa Plevne’yi konuk ediyoruz. Sayın Plevne, araştırıcı, yaratıcı, işine âşık bir usta. Dahası, teori ile pratiği bir araya getirebilen ustaların ustası.

Her sayısı 70 sayfalık oylumu ile 8 bin okuyucusuna ulaştırılan Ataşehir Ev Kültür dergisinin sayfalarını Sayın Mustafa Plevne’nin anlatımına ve tasarımlarına bırakıyoruz.

 

1926'da Edirne'de doğdum. Şu anda 81 yaşındayım. Ve halen çalışıyorsam para kazanmak için değil işime olan tutkumdan, işimi sevmekten kaynaklanan bir enerji olsa gerek.

 

1938'de babam vefat ettiği için, okul tatillerinde çeşitli işlerde çalışmaya başladım. Zira hazırların bir gün bileceği aşikârdı. 1943'te okulu bırakıp ful çalışmam gerekti. Böylece iş hayatına atıldım. Son tatil çalışmamda mesleğimi seçmiştim. Bu iş; karyola, somya ve madeni eşya idi.

 

Bundan sonraki süreçte çok hızlı bir şekilde ilerleme kaydettim. Ustalarım bana bir şey tarif etme şansını bulamıyordu. Eski ustalar çıraklara bir şey öğretmek için, belli bir süre geçmesini bekler, ancak ondan sonra (gel bakalım) derlerdi. Ben o zaman gelmeden ve farkında olmadan öğrenmiyor, adeta yutuyordum. Verilen işleri beklenmedik sürede, beklenmedik düzeyde bitirince şaşırıyorlardı. Kısa bir sürede kalfalıktan ustalığa terfi ettim. Çalışmalarım böyle devam ederken 1945'te Beşiktaş Akaretler'de karyola, somya imalatı yapmak isteyen bir firmada işbaşı yaptım. Gerekli alet edevat temin edildi. Boru kıvırma makinemiz yoktu. Resimlerini çizip model çıkartarak boru kıvırma maki-nesini kendim yaptım. Yaşım henüz on dokuzdu. O zamanlarda boru makinesi yapan çok az usta vardı ve zaman istiyorlardı. İşe başladığım o tarihlerde kromaj karyola çok moda idi. Değişik modeller tasarlamaya ve çizmeye başladım. Modellerim  çok büyük sükse yaptı. Aynı işi yapan firmalar artık bizden kopya etmeye başladı ve bu beni daha da kamçıladı. Daha sonra Mehmet Gürdoğan'a ait madeni eşya fabrikasından bir taleple ustabaşı olarak görev aldım. Yirmi altı kişi çalışan bu iş yeri, o zamanın ölçülerine göre fabrika idi. Karabük sacından karyola, somya ve su borusu imal ediyorduk. O yıllar her şeyin yokluğu çekiliyordu.

 

Karabük sacı üretim azlığından yetişmiyor, karaborsa oluşuyordu. Zift ve asfalt bidonları açılıp silindirden geçtikten sonra karyola, somya borusu yapılıyordu. Bu arada piyasada yokluğu çekilen Cermen kapı menteşelerinin kalıplarını yapıp Cermen menteşe üretmeye başladık. İstanbul'da tek firma yapıyordu ve ithal malların yanında kalitesi çok bozuktu. Benim yaptığım menteşelerle Alman mallarının kalitesini yakaladık ve çok rağbet gördü.

 

Artık kendi firmamı kurmamın zamanı gelmişti. 1959'da Beşiktaş Akaretler'de hem imalat, hem de satış yapan firmamı kurdum. Firma adım Figür Karyola, Somya, Divan ve Madeni Eşya idi. Firma ismini Figür koymamın nedeni: Borularda kıvrımlarla oynayarak daha önceden çizdiğim modeller içindi. Onu simgeliyordu. O tarihlerde divan, kanepe gibi kullanılıyordu. Piyasada çabuk çöken U ayaklı, hiç estetiği olmayan divanlar yapılıyordu. Ben değişik ayak ve örgü sistemleri ile hem sağlamlığı hem de estetik görüntüyü sağladım. Daha sonra açılıp iki kişilik yatak da olabilen kanepeler yaptım. Bir de mobilya mağazalarının yatak odasında karyolada kullanılan yüksek Amerikan somyaları, tel örgü Bulgar somyasından son derece şikâyetçi olduklarını önceden tespit ettiğim için yatak odası karyolasında kullanılmak üzere travestlere oturtulmayan ayaklar üzerinde doğrudan yere basan, dışarıdan bakıldığı zaman ayakları görünmeyen, son derece sağlam ve bir estetiği olan somyaları mobilya mağazaları için üretmeye başladım. Bu, kısa sürede mağazaların vazgeçilmezi oldu. Bu arada Türkiye'de piyasayı birden bire rahatlatan bir olay oldu. Sayın Asım Kocabıyık'ın kurmuş olduğu Borusan Fabrikası faaliyete geçmişti. Artık Türkiye'de Avrupa ayarında boru yapılmaya başlanmıştı. Mobilya sektörünü rahatlatan bu girişiminden dolayı Sayın Asım Kocabıyık'a buradan teşekkürlerimi arz ederim.

 

1967 yılında METAL MOBİLYA' yı kurarak hayalim olan yabancı tasarımcıların klasiklere girmiş olan aksesuar mobilyalarını ve metal ofis mobilyaları yapmaya başladım. Bu tür mobilyalar Türkiye'de bir ilkti. Ölçü ve detayları ile birebir uyuşan, aslından farkı olmayan bu ürünler kısa sürede mimarlarımız tarafından beğenildi, takdir gördü; ve projelerde yer almaya başladı. Mimarlarımızın kendi tasarımlarını da uygulamaya başladık. Bu esnada Metal Mobilya'da teşhir ettiğimiz işleri tesadüfen gören Sayın Mimar Dr. Turgut Cansever'le tanıştım. İşlerimizi çok beğendi. O sıralarda yapmakta olduğu Dil Tarih Kurumu'nun işlerini bana teklif etti. Projelerin tetkikinden sonra işi aldık, başarılı bir şekilde hayata geçirdik.

 

Metal Mobilya ismi hızlı bir şekilde prestij kazanıyordu. 1969'da Sayın Mimar Yıldırım Kocacıkoğlu ile Sayın Mimar Turhan Uncu’nun açacakları İnterno isimli mağazaların işlerini yapmak üzere anlaştık. İnterno için Türkiye'de ilk defa Marcel Breuer, Le Corbuzei, Mis Wan Der Rohe daha bir çok yabancı tasarımcıların tasarımlarını yapmaya başladık. Türkiye henüz görülmemiş bir mobilya türü ile tanıştı. İnterno güzel bir açılış yaparak elit kesim ve sektör camiasının hayranlığını kazanmakla kalmadı camiaya yeni bir ufuk açtı.

 

Delta Mobilya'nın kurucusu Sayın Adem Yılmaz ile 1970’li yılların sonlarına doğru tanıştım ve çalışmalarımız oldu. Daha o zamanlar genç, dinamik, araştırmacı ve yenilikçi kişiliği bir yerlere geleceğinin göstergesiydi. Derken otel işleri, villa işleri, kulüp, diskotek ve mağaza dekorasyonları gibi metalin her türlüsünü kullanarak yapmaya başladık. İlk otel işim İnter Continantal oteli idi. Bürokur'un taşeronluğunu yaptığı bu işi Mimat Mimarlık Bürosu sahibi Sayın Abdurrahman Hancı ile İzmir Vakko Mağazası, İGS, KİP gibi bir çok mağaza ve bir çok villa işleri yaptık. Bu esnada uzun yıllar kopya edilemeyen hilton tipi özel alaşımlı alüminyum malzemeden kaynaksız ve sökülüp takılabilen restaurant ve banket sistemlerini 45 adet beş yıldızlı otelde kullandık.

 

1992'de bu yoğun çalışmaları, yavaş yavaş azaltarak tasarım işlerine daha çok zaman ayırmaya başladım. 1960'tan bu yana yaklaşık 53 adet tasarımım oldu.

 

Bu arada önemine binaen bir konuyu anlatmak isterim. Metal Mobilya'yı kurduktan sonra, yabancı tasarımları hayata geçirirken bir endişem vardı. Çok okuyan bir insan olduğumdan, güzel sanatlarla ilgili dergi ve kitaplardan patent konusunu bildiğim için, başım ağrımasın diye bir araştırma yapmıştım. Patent kurumlarına başvurdum. Bana söyledikleri patent süresi 5 yıl, 10 yıl, bilemedin 15 yıl. Senin yaptığın modellerin üzerinden 40 yıl geçmiş, hiçbir sakıncası yok dediler. Ama tatmin olmadım. Daha derin bir araştırma yaptım, şu bilgilere ulaştım: Lozan Antlaşması yapılırken yabancılar bize patent yasağı getirmemişler. Yani öyle bir madde yokmuş. Bu beni üzmüştü. Çünkü: Türkiye'nin o zamanki hali malum. Nasıl olsa yapamazlar diye değil, ama yapmasınlar bizden alsınlar düşüncesi hâkim olduğu kanaatindeyim. Eğer o yasak konsaydı, biz kendi başımızın çaresine bakıp kendi tasarımlarımızı yaparak, markalaşmaya bu kadar geç kalmamış olacaktık.

 

Koleksiyon Mağazaları'nın kurucusu ve sahibi Sayın Faruk Malhan'ın Delta Mobilya'nın kurucusu ve sahibi Sayın Adem Yılmaz tarafından kaleme alınan Dünden Bugüne Mobilya Tasarım ve Teknolojisi adlı eserinde söylediği şu sözlere içtenlikle katılıyorum: Diyor ki "Yüksek standartlarda tasarım düzeyi, ülkemizde ne arz ne de talep görmüştür." Doğrudur. Bir yasak olmadığı için kopya etmek kolayımıza geldi. Nasıl olsa mecmualarda her şey var. Bir müeyyidesi olmadığı için tasarıma rağbet edilmedi. Ama artık durumlar çok değişti. Türkiye mobilyada uzun bir serüven yaşamış, bugünlere yokluk ve imkânsızlıklar aşılarak gelinmiştir. Artık markalaşma başlamıştır. Ne mutlu ki; bizim jenerasyonun gözü arkada kalmayacak. Sayın Adem Yılmaz'ın Dünden Bugüne Mobilya Tasarım ve Teknolojisi eserinde yabancı ülkelere ihracat yapan firma isimleri tek tek zikredilmiştir. Bu eser, uzun bir çalışma neticesinde meydana gelmiştir. Okunmasını tavsiye ederim. Sözlerime son verirken mobilya sektörüne gönül vermiş ve Türkiye'nin yüz akı mimarlarımıza, imalatçılarımıza gurur duymama vesile oldukları için teşekkürlerimi arz ederim. ■

Ataşehir Ev Kültür dergisi, Temmuz-Ağustos 2007, S:14, s:34-36

gungor_milliyet.png

Bugün okuyucularıma 81 yaşındaki bir mobilya ustasının hikâyesini anlatacağım.  Mustafa Plevne ismindeki bu usta, metal malzemeye dayalı tasarım yapan yabancıların mobilyalarını üreterek, ünlü yabancı mobilya tasarım ürünlerinin ülkemizde de tanınmasına öncülük eden bir ustadır.

Mobilya tasarımı çok önemli bir sanat dalıdır. Osmanlı döneminde varlıklı aileler ve saray çevreleri dışarıdan ünlü tasarımcıların, ünlü üreticilerin mobilyalarını getirterek kullanmışlardı. Bu mobilyalar yıllar boyu müzayedelerde, antikacı dükânlarında satıldı, satılıyor.

 

Avrupa'da Birinci ve İkinci Dünya savaşları arasında yayılan Art Nouveau ve Art Deco modalarına uygun olarak ahşap, metal ve cam malzeme kullanılarak yapılan mobilyalar günümüzde de beğeni görüyor.

    

İtalyanlar nasıl giyimde tasarıma dayalı becerileriyle öne çıktıysa mobilyada da aynı başarıyı yakaladılar. Şimdilerde bütün dünya İtalyan mobilyalarını kullanıyor, İtalyan mobilyalarını taklit ediyor. Bizde de mobilya sanayiinde büyük gelişme var, ama biz henüz tasarıma dayalı, katma değeri yüksek mobilya ihraç edemiyoruz.

 

Mobilyada da tasarım önemli

 

Türkiye'de 550 bin kuruluşun yıllık üretim değeri 6-7 milyar dolar dolayında. Ağırlıklı olarak Ortadoğu ve Rusya pazarına yapılan ihracat 2006 yılında 1 milyar dolar oldu.

 

Döviz kıtlığı dönemlerinde mobilya ithalatı yasaktı. 1986'da ithalat kapısı aralandı, 1996'da Gümrük Birliği ile sonuna kadar açıldı. Bu sayede dışarıdan tasarımcıların pahalı mobilyaları yanında bol miktarda da ucuz, kalitesiz ürünler girdi.

 

Yıllar sonra o ustaya İstanbul'da Yukarıdudullu'daki Modoko Mobilyacılar Sitesi'nde rastladım. Balkanlar'dan göç eden bir ailenin çocuğu olan Mustafa Plevne, çırak olarak metal sanayiinde çalışmaya başlamış.

 

1950 yılına kadar demir boru üreten atölyelerde çalışmış. Daha sonra demir boruyu bükerek demir karyola somyası üretmiş. Ve böylece metal mobilya işine girmiş. İthalatın yasak olduğu o yıllarda ünlü mimarlarımızın da teşvikiyle yabancı tasarımcıların mobilyalarının benzerini yapmış. Mobilyada tasarımcının fikir hakkının korunması, bir süreyle sınırlanmış durumda. Bu süre sona erince mobilyanın benzeri üretilebiliyor. Günümüzde bu nedenle yepyeni bir mobilya sanayii dalı oluştu. Ünlü tasarımların fikir hakkı süresi dolan mobilyalarını üretenler büyük bir talebi cevaplıyor.

 

Mustafa Plevne, atölyesinde Marcel Breuer, Le Corbusier, Meis, Wan Der Rohe, Herry Bertoia, Eero Saarinen, Charles Eames gibi ünlü tasarımcıların mobilya modellerinin benzerini üretirken kendi tasarımlarını da geliştiriyor.

 

81 yaşında, dünyaya açık, dünyada olan biteni izleyen, dünyadaki güzellikleri Türkiye'ye taşımaya çalışan bir ustaya hayranlığımı ifade etmek için bunları yazıyorum.

maison_basinlogo.png
Koltuğunuza yaslanıp oturmak...

Sizin için, sadece size özel.

 

Keyfiniz için tasarlanmış, ergonomik, kullanışlı puflu okuma köşenizin tahtları. Onların üstüne oturduğunuzda şehirden koparsınız, avuçlarınızın arasındaki kitaba dalarsınız.

maison_metalbasin.png
marie_basinlogo.png
Özgün Modeller

Mustafa Plevne yönetimindeki Metal Mobilya’nın yeni modelleriyle farklı mekanlar yaratılıyor.

 

İşyerlerine yönelik cam metal karışımı özgün modellerine evler için yeni modeller de ekleyen Metal Mobilya, iki yeni dinlenme koltuğunu satışa sunuyor. Hary Bartoia tasarımı mantar koltuk, içindeki metal aksamı hiç hissettirmeyen ergonomik yapısıyla, Eero Saarinen tasarımı “sarine” dinlenme koltuğu, metal konstrüksiyonu ve leopar kumaşı ile dikkat çekiyor. Bu yeni modelleri Metal Mobilya’nın MODOKO’daki mağazasında bulabilirsiniz.

marie_metalbasin.png
atasehirkultur_dergisi_baslik.png
Metal Mobilya’da Yenilikler

Mobilya sektöründe değişik malzemelerle modeller yaratmasıyla tanınan Mustafa Plevne yönetimindeki Metal Mobilya, yeni modelleri satışa sundu.

 

İşyerlerine yönelik cam-metal-deri karışımı özgün modellerine evler için yemek odaları, oturma grupları, dinlenme koltukları gibi yeni modeller ekleyen Metal Mobilya, turistik tesislere yönelik metal-deri-kumaş birlikteliğiyle sandalye üretimine de başladı. Her biri el emeğiyle, özgün olarak üretilen değişik formlarda ve renklerdeki ürünlerin tek tek ve topluca satışı Metal Mobilya’nın MODOKO’daki mağazasında yapılıyor.

Ataşehir Ev Kültür, 2005, S:1

atasehir_kultur_metal_haber.png
ademyilmaz_kitap1.png
adem_yilmaz_mustafaplevne_kitabi.png

... ofis mobilyacılığı işine giren Mustafa Plevne, işe 1944'te karyola ve somya imalatıyla başlamış. O günlerin öyküsünü kendisinden dinleyelim:

 

İş hayatına 1944'te işçilikle başladım. Birkaç denemeden sonra kendime en uygun bulduğum madeni eşya işini seçtim. Bu bir karyola, somya imalat atölyesi idi. O zamanki ölçeklere göre fabrika sayılacak bir imalat yeri idi. Aşırı öğrenme isteğim ve çalışkanlığımla kısa sürede uzmanlaştım. Boru bükme, tesviye, karyola, somya gibi alışılmış aynı modeller beni tatmin etmemeye başladı. Çalıştığım işyerine farklı modeller çıkartmaya, kromaj, pirinç karyola gibi imalatlar yapmaya başladım. Bu arada Beşiktaş'ta bir işyerinden teklif aldım. Bu firma eski saray karyola, mangal ve semaver gibi, artık antika sayılabilecek işlerin tamir ve vernik işlerini yapan bir işyeri idi. Tek sorumlu olarak işe alındım. İmalat için gerekli araç gereçleri ve boru kıvırma makinesini, yay çekme makinesini kendim yaptım. O tarihlerde, boru makinesi yapan iki atölye vardı ve sıra bekleniyordu. Yaşıma göre büyük mesafe aldım. Bu beni daha da kamçıladı. Beşiktaş'ta çalışmalarım devam ederken, 1955 yılında Topkapı Maltepesi'nde Mehmet Gürdoğan'ın sahibi olduğu madeni eşya fabrikasından ustabaşı olarak çalışma teklifi aldım. İki katlı binanın alt katında su borusu, üst katında karyola, somya imal ediliyordu, ama pek başarılı olamamışlardı. Su borusuna, Mehmet Gürdoğan'ın arkadaşı İzzet Baysal'ın teşvik ve yardımları ile başlanmış, fakat istenilen nitelikte üretim yapılamamış, kalite yakalanamamıştı. Ben çalışmaya başladıktan sonra hatalar düzeldi. Kaliteli boru çıkartıyorduk. Bir taraftan da karyola, somya, askeri ranza imalatı devam ediyordu. O tarihlerde Karabük demir mamullerinin hepsi tevziye tabi idi. Sanayi odaları marifetiyle, firmaların imalat kapasiteleri tespit edilip, çıkan mamuller firmalara ordino ile teslim ediliyordu. Çok az çıktığı için de yeteri kadar alınamıyor, sonuçta karaborsa oluşuyordu. Böyle bir ortamda, Sultanhamam ve civarında nalburiye mağazaları olan, Cumali isminde bir beyle tanıştım. Karabük sacı o zaman tevzide 86 kuruştu. Bazıları, ordinosunu 200-220 kuruştan satıp karaborsa yapıyordu. Biz, su borusu yapıyorduk, kâr marjına baktığımda karaborsa yapanlardan daha az kazanıyorduk. Başka bir imalat arayışı içindeyken, Cumali'ye bunu dile getirdim. Cumali bana iki adet cermen menteşe çıkarttı. Biri yerli, diğeri Alman malı idi. Yerli olanı, tabii, Alman malına göre çok kötüydü. O zaman bunu tek bir firma yapıyordu. Bunun daha iyisinin yapılıp yapılamayacağını sordu. Menteşeleri denemek üzere aldım, bir süre sonra size neticeyi bildiririm, dedim. Uzun süre düşünerek yapılan denemeler sonucunda, ithal mallarda bile olmayan bir detay ilavesiyle daha mükemmel bir netice alındı ve gösterdiğimde çok beğenildi. Hemen bin gros siparişle işe başlandı. Bir gros 1800 gram geliyordu. 86 kuruşta 154.8 kuruş sac maliyeti. Cumali’nin bize teklifi, bir gros için 600 kuruş idi. Oldukça güzel bir kâr marjı hesabına göre % 140. Böylece boru işine son verildi.

 

Bu kez kendi işimi kurdum. Daha önce çalıştığım Beşiktaş Akaretler'de bir müşteri potansiyeli oluşmuştu. Ben ayrıldıktan sonra o işe devam edilmedi, fakat potansiyel hâlâ vardı. Bu yüzden işimi orada kurdum. Firmamın adını Figür Karyola, Somya, Divan ve Madeni Eşya koydum. Çünkü borularla biraz oynamayı planlamış ve hazırlıklar yapmıştım. Bundan ötürü "Figür" adını simge olarak kullandım. O tarihlerde, mobilya firmaları Amerikan ya da tel örgü Bulgar somya yapıyordu. Somya, karyolanın yan ahşaplarına konan takozlar üzerine oturtuluyordu. Amerikan somyalar gıcırtı yapıyor, Bulgar somyalarının ortaları çöküyordu. İki kişi yatarken ortaya kayıyor ve birbirine tosluyordu. Ayrıca, yük doğrudan yan tahtalara biniyor, travester karyola başlıklarına bağlayan ince lamadan geçmeler ağaç vidası ile bağlandığında yerinden oynuyor, doğal olarak yük binince sallanmaya başlıyor ve rahatsız edici bir gıcırtı yapıyordu. Buradan hareketle yeni bir model geliştirdim. Bir köşebent ile çerçeveye dışarıdan görünmeyecek şekilde içe doğru bükülmüş doğrudan yere basan boru ayaklar koydum. Ayaklar arasında yine borudan bağlantı ve ortadan da kavisli bir boru ile yayların köşebenti çekmesi ve ortanın devamlı sert kalması temin edildi. Çelik yaylarla hasır örgü galvaniz çemberlerle, karyolaya yük binmeden ayaklar doğrudan yere basan ideal bir ayaklı karyola somyası oluştu. Bu somyayı, sırf, o zaman mobilyada adeta çığır açan, Rumeli Caddesi ve Harbiye Valikonağı'ndaki ünlü mobilya mağazaları için geliştirdim. Zira bunun sıkıntısını çekiyorlardı. Nitekim çok rağbet gördü, mobilyacıların vazgeçilmezi haline geldi.

 

O tarihlerde, piyasada çok kalitesiz, ortası torbalaşan, borudan U ayaklı divanlar vardı. Köşebent divan ise silme demirinden (ince lamadan) V şeklinde ayaklı olarak yapılıyordu. Boru divana göre biraz daha iyi, ama sonuçta yaylar çelik olmadığı için açıldığı zaman kapanmayan ve ortası kısa zamanda torbalaşan bir divan. Bunlar önceden tespit ettiğim, gördüğüm eksiklikler olduğu için hazırlıklıydım. Üç kişi, dört kişi oturduğunda çökmeyecek, örtü konduğunda ayaklar görünmeyecek, eş bükümlü altı ayaklı çelik yaylarla ve galvaniz çemberle, hasır örgü divanları yapmaya başladım. Aynı sistemi köşebent divanlarda da uyguladım. Daha sonra, arkalıklı ve açılıp iki kişilik yatak olan, açılır kapanır divanlarla devam ettim."

Mustafa Plevne'nin ofis mobilyacılığıyla ilgili anılarına Bürokur ile ilgili kısımda yeniden yer vereceğiz.

 

Adem Yılmaz, Dünden Bugüne Mobilya Tasarımı ve Teknolojisi,  s: 236-237-238

 

Burokur ile iş yapanlardan biri de biraz önce anılarına yer verdiğimiz Mustafa Plevne. Bakın o işbirliğini nasıl anlatıyor:

 

"...Inter-Continental Oteli banket iskemleleri gündeme gelmişti. O sıralarda Bürokur, 40 atölyeye iş veriyordu. Alüminyum banket iskemlelerini yaparken alüminyum boruyu bükme olumsuz sonuçlanmış. Daha önce bazı özel imalatlarını yaptığım için biliyorlardı, iş bana teklif edildi.

 

Bürokur’un başmimarı, Abdurrahman Hancı; yardımcıları da Mehmet Tatar, Ömer Bortaçina, Mesut Pandır idi. Ayrıca otelin kendi yabancı mimarları da vardı. Inter-Continental, dünyadaki bütün otellerinde aynı banket iskemleyi kullanıyormuş ve bu iskemlelerin bağlantı yerleri kaynaklı idi. Örnek yaptığımda, hiç kaynak kullanmadan ümbus dört adet vida ile toplanan, sökülüp takılabilen bir sistem geliştirip gösterdim. Sistemi görünce önce güvenmediler, ama sonra güvenerek bazı işleri direkt olarak Metal Mobilya’da yaptırdılar. Bu, ilk otel işimdi. Daha sonra, Sheraton ve büyük illerdeki birçok büyük otel ile çok sayıda villa merdiveni ve bazı stand projelerinde yer aldık."

 

Adem Yılmaz, Dünden Bugüne Mobilya Tasarımı ve Teknolojisi,  241-242

Interno ve Le Corbusier, Breuer, Bertoia, Rohe Tasarımları

 

Mustafa Plevne ise, 1950'lerde, kendi tasarımlarını ürettiğini şu sözlerle anlatıyor: "Hiç durmadan kübik krom karyola modeli çiziyor, bir modeli ikinci defa yapmıyordum. Modeller ve divanlardaki değişiklikler çok tutuldu. Öyle ki, Çarşıkapı piyasası bizim modelleri kopya etmeye başladı. Bu da tutulduğunun kanıtı idi. Bu çalışmalarla piyasada tanındım. Seçkin bir yerim oldu."

 

Plevne'nin Beşiktaş'taki ikinci firmasını kurması da bu döneme rastlar. Devamını yine kendisinden dinleyelim:

 

"Bu işlere başlarken Beşiktaş'ı seçmemin bir sebebi de Fındıklı'daki Güzel Sanatlar Akademisi ile Tatbiki Güzel Sanatlar Akademisi 'nin aynı çevrede oluşuydu. Özellikle Tatbiki Güzel Sanatlar Akademisi’ndeki bazı sorunların çözümünde yardımcı oluyordum, malzemelerin işlenmiş şekilleri ve detaylar hakkında bilgi alışverişinde bulunuyor, böylece daha yakınlaşmış oluyorduk. İlk olarak, Mies van der Rohe'nin Barcelona Koltuğu ve Harry Bertoia'nın tel sandalyeleri ile benim yaptığım tasarımları teşhir etmeye başladık. Kromaj, paslanmaz çelik ve pirinç mobilyalar o zamana dek görülmediği için büyük ilgi çekti. Yeni ve başka talepler gelmeye başladı. 1967'de divan imalatını bırakıp tamamen bu işe ağırlık verdim.”

Adem Yılmaz, Dünden Bugüne Mobilya Tasarımı ve Teknolojisi, s: 252

*1926'da Edirne'de doğdu. Metal Mobilya'nin kurucusu. Mustafa Plevne, 1984' te Modoko Sanayi Sitesı'ne taşındı ve 1970'lerden beri yaptığı 44 adet tasarımı uygulayarak çalışma hayatına devam ediyor.

ademyilmaz_kitap_171330.png
bottom of page